30 Haziran 2015 Salı

Düşünüyorum, Öyleyse Varım

Düşünüyorum...
Sen de bir canlısın, onu bil, diğerlerini boş ver diyenlere inat, dolu veriyorum.
Bizde gelen müşterileri boş çevirmek olmaz.
Müşteri de ki? demeyin.
Onlar, tabii ki aklıma gelen sorular.
Beni biraz olsun tanıyorsanız, aklıma gelenleri bırakmayacağımı bilirsiniz.
Bir çözüm bulmadan...

Düşünüyorum...
Baba küçükken sürpriz yumurtanın küçük, yuvarlak yumurtalarından kukla yapmış.
Pek sevmişim onu.
Hala seviyorum.
O sizce canlı mı?
Düşünmeye değmez demeyin, bir düşünelim.
Belki de sonuç bizi şaşırtır.
İtiraz edenler de yorumlara buyursun.

Düşünüyorum...
Acaba canlı mı o kukla?
Geriye gitme tekniğini kullanalım.
Yani yapıldığı şey, onun yapıldığı şey... diye gidecek.
Sürpriz yumurtacık plastikten yapılmış.
Plastik, petrolden.
Petrol bir fosil yakıt.
Fosil yakıtlar fosillerden ve fosillerin bulunduğu tortul kayaçlardan oluşmuştur.
Kayaç?
Taş diyebilir miyiz sürpriz yumurtanın ham maddesine?
Bence evet.
Taşa da hemen cansız demeyin.
Biraz düşünün.
Taşlar peygamber efendimizin (s.a.v.) elinde zikir yapmışlar.
Onlar da canlı? :-) :-)
Yaaa.
Şimdi bence o kukla canlı.
Bir şeyin canlı olması için canlılık özelliklerini illa göstermesi gerekmez.
O şeyin bizi duyması, görmesi, kayıt altına alması ve ahirette şahitlik yapacak olması yeter!!!!

Düşünüyorum...
Ben kimim?
Dünya yoktu.
Allah (c.c.) evreni yarattı.
Evrende dünyayı, güneşi, güneş sistemini donattı.
Dünyada yaşam yoktu.
Var mıydı?
Dünyada taşlar vardı.
Ama onlar henüz canlı değildi.
Çünkü kayıt altına almıyorlardı.
Sonra suda yaşam başladı.
Mikroskobik canlıları yarattı Allah (c.c.).
Hala su ve taşlar canlı değildi.
Sonra dinazorlar yaratıldı.
Onlar öldüler.
Sonra insanlar geldiler.
Yıllarca onlar hüküm sürdüler.
Hz. Adem ve Hz. Havva'nın soyundan gelenler, bizdik.
Biz insanlar.
Biz, maymunların soyundan gelmedik.
Bence evrimciler, daha sonra kendi soylarından gelecekler için böyle konuşuyorlar!
Sonra, o insanlar çoğaldılar.
Zeki olanları çıktı aralarında.
Çok şeyler icat edildi.
Birinin adı, bilgisayar.
Birinin adı, internet.
Sonra, insanlar çoğala çoğala, kocaman evlere ihtiyaç duydular.
O evlerin biride de küçücük bir kız var.
Bilgisayarın karşısında, internette bloğu www.madeinbursa.blogspot.com.tr ye yazılar yazıyor.
Ben oyum.

Düşünüyorum...
Ben benim, sen sensin, o da o deyip bırakmıyorum.
Ben bensem eğer, sen neden bana sen diyorsun?
Halbuki ben benim.
Hem sen kendine ben diyorsun.
O zaman kim ben.
İngilizler bu işi hemen çözmüşler.
Ben koymuşlar çocukların adını.
Aslında bu bir beyin aldatmacası.
Ben, sen, o falan, isim değiller.
Onlar özneler.
Onlar, nitelememizi sağlıyor.
İsmin yerine kullanılıyorlar, yani zamirler.
Ama şu var ki, ismin yerine kullanılan bir şey isim olmalı değil midir?

Düşünüyorum...
Düşünüyorum.
Öyleyse var mıyım?
Gerçekler acıdır.
Öyleyse dilim neden yanmıyor?
Şimdi bu yazıyı okuyanlardan dayak yiyeceğim.
Orucum bozulur mu?
Aslında herkes doğuştan renk körü olabilir mi?
Bu cümleyi düşünelim.
Doğuştan renk körü olanlar, her rengi farklı görürler.
Yani kırmızı rengi mavi,
Moru yeşil görebilirler.
Telefonumuzun negatif kamerasından bakmak gibi.
Ama onların hepsi, aynı rengi  aynı farklı renk olarak görmüyorlar.
Negatif kameraların hepsi aynıdır, onlarda öyle değil.
Ama doğuştan renk körü olanlar?
Diyelim ki doğuştan renk körü olan biri var.
O, gerçek kırmızıyı, mor olarak görüyor.
Ama, ona başından beri morlar gösterilip, kırmızı denir.
O da, mor rengi kırmızı zanneder.
Böylece sorun çözülür.
Ben de diyorum ki, acaba herkes doğuştan renk körü olabilir mi?
Beyinsel olarak.
Belki de hiçbir şey göründüğü gibi değil.
Bir keresinde beynimiz bizi aldatıyor diye bir video izlemiştim.
Acayipti!
Belki de her şey, beynimizin bizi aldatması dolayısıyla farklı görünüyor.
Biz buna;  göz yanılması deriz.
Nasıl, sizce düşünmeye değer mi?

Düşünüyorum...
Acaba okuyucularım bunu beğenecek mi?

Hiç yorum yok: